Öykü-Roman Köşesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Öykü-Roman Köşesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2020 Cumartesi

TOMBİT VE MACERALARI - PARÇA 6

  


                                                   KİBRİT OKULU

     Arkasını dönüp baktığında yan sınıftan Mumi’nin kendisine gülümseyerek koştuğunu gördü. Çok hızlı bir şekilde yürüdüğünü ancak o anda anladı. Durdu ve Mumi’nin yanına  gelmesini bekledi. Mumi ile çok samimi sayılmazdı ancak arkadaşı Sırık ile ortak arkadaşları olduğu için arada bir de olsa beraber vakit geçirdikleri olurdu. Turuncu başı ile birlikte sevimli turuncu gözleri de vardı Mumi’nin ve kasabada alışılmadık isimlere sahip nadir kibritlerdendi. Sevimli ve akıllı bir kız kibritti. Kısa sürede onu bekleyen Tombit’e yetişti.

       “Ne kadar hızlı yürüyorsun böyle. Yol ayrımından beridir yetişmeye çalışıyorum sana ya.” dedi Mumi nefes nefese.

       “Şey, fark etmemiştim, öyle düşünüyordum. Okula da geç kalmayayım dedim, öyle…”

     “Yanında kimse yok, şaşırdım açıkçası.” diye sorgular şekilde baktı Tombit’e. Bir yandan da yürümeye başlayarak yola devam ettiler.

      “Evet, öyle denk geldi, biraz erken çıkmışım sanırım.” dedi Tombit düşünmeden. Pek de olanları anlatmak istemediği halinden belliydi.  Hem bu garip ve basitmiş gibi görünecek olayı nasıl anlatabilirdi ki…

     “İyiymiş... Sanırım acil işin vardı okulda öyle mi?”

     “Yok hayır, yani aslında evet, Sırık ile buluşmam ve görüşmem lazım.” diye geçiştirdi hızlıca Tombit. “Bu arada yol ayrımından öncesinde mi oturuyorsun?” diye sordu Mumi’ye.

     “Evet, Sırık ile evlerimiz yakın. Evlerimizin arasında sadece eski bir dev makinası var.”

       “Dev makinesi mi?” diye şaşkınca sordu Tombit.

       Mumi kıkırdayarak, “Evet, terkedilmiş bir makine. Paslı mı paslı, çalıştığını pek sanmıyorum. Ne işe yaradığını pek bilmiyorum açıkçası ama Sırık, senin bunu çözebileceğini söylemişti. “ 

      “İyi ama ne zamandır var o makine orda? Ben kaç defa geldim Sırık’ların evine ve orda öyle bir şey hatırlamıyorum. “ diyerek şaşırdığını belli etti Tombit.

      “Emin misin? Belki üzeri örtülüydü bilemiyorum. Yani ben de belli belirsiz orda çalılık falan hatırlıyorum ama. Neyse…Sen iyi misin? Biraz solgun gözüküyorsun sanki?” dedi Mumi yüzüne dikkatlice bakarak.

    “Şey, biraz, iyiyim aslında, bilmiyorum tam ama iyiyim galiba.”

      Mumi dudağını büzerek Tombit’e yan yan ve endişeli gözlerle bakarak, “Tammam o zaman…Sanırım uykusuzluktur.” diyerek konuyu kapatması gerektiğini düşündü.

       Biraz daha yol aldılar ve bu süre boyunca ikisi de hiç konuşmadı. Tombit, içinden düşüncelere dalmıştı ve ‘keşke hiç kimseyle karşılaşmadan yoluma gitseydim’ diye düşünürken, Mumi sessizliği tekrar bozdu:

       “Eee, şey, nereye gidiyordun?”

        “Okula…”

        “???...”

        “Okul yolu değişti de benim mi haberim yok acaba Mumi?”

        “Bildiğim kadarıyla değişmedi. Ama tamaaam, anladım, ben seni tutmayayım istersen.” diye muzipçe gülümsedi Mumi.

       “Anlamadım?” dedi Tombit şaşkın şaşkın.

       “Yani sanırım okulu asacaksın ve önemli biriyle buluşacaksın sanırım, ben seni tutmayayım, öğretmenlere de söylemem korkma.”

        “Ne? Yok, hayır ne buluşması?”

        “Dönem sonu sınavlarına girmemeyi bile düşünmeni gerektirecek biriyse önemli biri olmalı dedim. “ dedi Mumi. Anlayışlı bir tavır takındığını belli eden bir yüz ifadesiyle,  “Haksız mıyım?” diye de ekledi.

       Bir anlık sessizlik oldu. Tombit ağzı açık şekilde, bir yöneldiği yola, bir öteki yola bakıp durdu. İşaret parmağıyla yönelttiği yolu göstererek,

      “Bi dakka, bi dakka Mumi! Sana yetişemiyorum, sanırım uykusuzum ve biraz da başım ağrıyor. Öncelikle kimseyle buluşmayacağım hayır. Okulu da asmayacağım ve sınavlarıma da girmeyi istiyorum. Okul yolu, bu yol ayrımındandı diye aklıma geldi nedense bir anda.”

       Tekrar bir şey diyecekmiş gibi oldu. Vazgeçti. Omuzları aşağı düştü, gözlerini anlık kapayarak başının arkasını kaşıdı ve pes edercesine, “Ben en iyisi seni takip edeyim Mumi.” dedi.

     “Erken çıktığımıza değsin o zaman, hadi gidelim öyleyse.” dedi Mumi. Belli ki rahatsız olmuştu ve Tombit ile karşılaşmaktan pişmanlık duymaya başlamıştı. Hislerini de ayıp olmasın diye belli etmemeye de çalışıyordu ama Tombit anlayabiliyordu elbette.

      Tabi ki onu suçlayamazdı. Bugün uyandığından beri kendi kendisini bile anlamakta güçlük çekiyordu. Garip davrandığını ilk elden yine kendisi şahit oluyordu elbette. Ama neden?

      Bugün neden diğer günler gibi değildi? Hasta mı olmuştu? Hayır, genel olarak gayet sağlıklı hissediyordu. Evden mutsuz ve farklı ayrıldığı için miydi? Hayır, onun etkisi daha farklı duygularını kırpıştırmıştı. İyi ama neden?

      Tombit düşüne düşüne, Mumi de sıkıla sıkıla yol alırlarken okul tabelasının önüne geldiler sonunda.

      “Benim gitmem gerekiyor, arkadaşlar bekliyordu da…” diyerek rahatlamış şekilde bahçeye doğru koşturdu Mumi. Uzaklaşırken de “Görüşürüz Tombiiiit, sınavda başarılar.” diye de ekledi.

       Biraz gecikmenin ardından, “Tamam, saol, şey, teşekkür ederim, görüşürüz Mumi.” diye zar zor seslendi Tombit de.

      Bahçede gruplar halinde arkadaşlarıyla takılan genç kibritlerden bazıları garipsercesine Tombit’e ve arkadaşlarının yanına doğru koşuşturan Mumi’ye bakarak, aralarında fısıldaşıp, Tombit’e göre çok aptalca gelen -çaktırmadan konuşmaya çalışmak- gibi bir vaziyete büründüler.

     Ama Tombit bunları umursamadı. Yine kafasını karıştıran bir durumla karşılaşmaktan korkarcasına fazla düşünmeden okul binasına ve bahçesine baktı. Evet, sanırım bir sorun vardı. Ne garip! Sorunsuz bir gün olmayacağa benziyordu.

      Bahçede takılan kibritler, pencerelerden bakan öğretmenler, diğer okul çalışanları…Hepsini tanıyordu, bu noktada bir sıkıntı yoktu evet ama…

      “Sanırım kafayı yiyorum!” diye afalladı Tombit.

      Okul binası bambaşka bir yapıydı. O bildiği kendi okulu değildi. Okulun bahçesi de öyle…Tamamen değişik tarzdaydı. Eski okulu, üç tane genç ağacın tam ortasında kalıyordu ve taş ile odunlardan oluşan hoş bir yapısı vardı. Bahçesi de okulun etrafında, gene üç genç ağacın arasında sınırlanmıştı. ”Nasıl yani ya?” diye sesli olarak söylendi Tombit. 

     Şimdi karşısında duran okul binası ise kesilmiş bir ağacın kütüğüydü. Evet bildiğin bir kütük. Kökleriyle halen toprağa tutunan devasa bir kütük…Muhtemelen çok geniş ve yaşlı bir ağacın kesilmesi sonucu bu haldeydi.

     Bir baş ağrısı, sızı daha…Tombit gözlerini bir anlığına kapadı ve devasa bir arazide devler tarafından kesilmiş, hayattan koparılmış yüzlerce kök ve kütük kabilesi gördü. Sanki dejavu yaşamış gibi hissetti ama hafızasında çakan şimşekler daha öteye ulaştıramadı onu.

        Gözünü tekrar açtı ve evet bildiğin okul binası kesilmiş dev bir ağacın kütüğüydü. Köklerin toprak üstünde kalan kısımlarında pencereler, süslemeler ve işlemeler vardı. Her biri bahçeye açılan kalın kök koridorlarıydı. Ortadaki gövdede birleşiyorlardı. Kütük kısmı ise içi oyulmuş şekilde yapılandırılmıştı. Kabuk kısmı ise pencereler ve kütük mantarlarından oluşan teraslar ile bezeliydi. En üstünde ise çalıdan korkuluğu olan geniş bir çatı terası vardı. Üç katlı bir kibrit okuluna dönüşen kesilmiş bir ağaç…Etrafındaki bahçe ise kütüğün etrafını saran ince köklerin oluşturduğu bir çember şeklindeydi.

       Aklını mı yitirmişti Tombit? Neler oluyordu? Kendisine bir şey oldu da ona kimse çaktırmıyor muydu yoksa? Bu durumu anlamalıydı. Anlamak için araştırmalı ama kimseye de belli etmemeliydi.

       Evet kesinlikle kimseye -dostlarına bile- çaktırmadan yavaş yavaş öğrenecekti kendisine veya etrafına neler olduğunu.

       Ama önce herkes gibi ‘normal’ davranmalıydı. Ondan da önce arkadaşlarını bulmalıydı.

 

                                                   >>> DEVAM EDECEK >>>


Devamını Oku ...

25 Ağustos 2020 Salı

TOMBİT VE MACERALARI - PARÇA 5



 

HER ZAMAN OLMADIĞI GİBİ BİR GÜN

       Sabah saatlerinde okul yolunda genelde tek başına ilerlemek pek de Tombit’ e uyan bir alışkanlık değildi. Mutlaka kardeşi, annesi, arkadaşı veya babasıyla okula birlikte giderdi. Kimisi korkaklık olarak tanımlardı bu durumu. Ama o sadece ailesiyle ve arkadaşlarıyla olabildiğince zaman geçirmek istiyordu ve onlarla bir şeyler yapmaya -ne olursa olsun- fırsatı olduğunda kaçırmayı sevmiyordu.

       Sevecen yapısı vardı ve cana yakındı da. Ama asla korkak değildi. Yeri gelir tek başına göl ve dağ manzaralı kendi keşfettiği tepeye yalnız giderdi; orada oyalanır dururdu. Ama okula bu zamana dek hiç yalnız gitmemişti. Hele ki yol üzerindeki komşu ve esnaflara gülümseyerek selam vermeden asla geçmezdi.

      Keresteciler Kasabasının tüm sakinleri bunu bilirdi. O yüzden olsa gerek, civardaki komşular kapılarının önünden geçerken Tombit’e tuhaf tuhaf bakındılar. Selam vermediği için şaşıranlar, garipseyenler oldu. Tombit ise aldırış etmeden yürüyüşüne daha bir özgüvenle devam etti. Aslında kendisi de şaşırmıştı bir anda bu kadar farklı davranabildiğine. İçinde sanki durup dururken basit bir sebeple de olsa bir ateş canlanmış da onu değişime itecek kadar yakıp kül etmiş, sonrasında da rüzgar esmiş de küllerini bir başka ağacın dibine savurmuş ve yeniden hayata getirilmiş…Ama yok, çok saçmaydı bu ona göre. Gene de merak ediyordu bu dönüşümünün gününe ve kendisine neler katabileceğini.

      Her zaman olduğu gibi sözünden de bıkmış, her zaman olabilecek şeylerden de sıkılmış bir edayla kendisini biraz da zorlayarak farklı davranmayı denemeye karar vermişti. Böyle devam etmeliydi. Belki o zaman daha az kırılırdı, kim bilir…

     Yolu yarıladığı sırada, okulda sevmediği kibrit gençlerden biri olan Kito’ nun babası Tıngıl Bey de evinin kapısından dışarı çıkmış ve genç kibritle göz göze gelmişti. Normalde olsa oğlundan nefret etmesine rağmen, Tıngıl Bey’e saygılı bir şekilde, gülümseyerek, saf ve temiz bir kalp ile selam verirdi Tombit. Tıngıl Bey de onunla dalga geçerek selamını alır, sonra da kendi babasına garip garip sırıtarak bakardı. Babası da adımlarını hızlandırarak Tombit’i de adeta yanında sürükleyerek yola devam ederdi.

       Bu sefer öyle olmadı. Tombit selam vermedi. Gülümsedi ancak daha farklı bir gülümsemeydi bu. Yanında babası ve kardeşi veya annesi de yoktu Tombit’in. Koskoca kasaba başkanı Tıngıl Bey’e bile selam vermemişti ve onun tuhaf bakışlarını yakalayınca daha bir mutlu olmuştu Tombit. Neydi ki bu his? Neden daha evvelinde bu frekansı yakalayamamıştı? Sıradan bir sabahta, her şey ‘her zaman olduğu’ gibi iken ne değişti de bu özgüvene ulaşmıştı? Babasının her zaman olduğu gibi onu yeren sözleri mi? Kardeşinin her zamanki dalga geçen ve onu saymayan tavırları mı? Aklına bir gelip bir gidiyordu bu düşünceler bir yandan Tombit’in. Ama üzerinde fazla düşünmek istemiyordu.

    Biraz ilerde yol ayrımına vardı. Okul yönüne ilerlemeden önce ormanlık alan ve çiftliğe doğru ilerleyen yola doğru bir anlığına gözü kaydı. Yolda bekleyen Çevik Kibrit Güçlerini ve bariyerleri fark etti.

       Patikanın ormana açılan yolu kapatılmış ve güvenlik önlemleri alınmıştı. Kuru dal taşıyıcılarını bile sıraya sokmuşlardı ve yola geçit verilmiyordu. İşçilerin kimisi şaşkın şaşkın söyleniyor, kimisi de öfkeli homurtularla olayın tuhaflığına destek oluyorlardı. Daha önce kasabalarında hiç patika ve yol kapatılmamıştı. Hele ki orman yolu…

      Tombit, okul tatili olan günlerde eğer arkadaşlarıyla takılmaz ise çoğunlukla bu yolu kullanarak çiftlik yolunu aşar ve Meşe kabilesi ile sohbet ederek oradan ilerleyerek tanıdık ağaç beyefendilere selam vere vere huzur bulup düşüncelere daldığı ‘huzur tepesi’ne ulaşırdı.

   Tam bu fikirlerin içerisinde dalgın dalgın gezinirken Meşe Hanım aklına geldi. Sanki uzun zamandır onu görmemişti. Birden başına bir ağrı saplandı. Hatırlamaya çalıştığı şeyler sanki ona işkence ediyormuş gibiydi. Muhtemelen rahatsız edici ve saçma rüyaların bilinçaltını meşgul etmesiyle aklına düşüyordu tüm bu anılar.

     Başını iki yana silkeleyerek okul yolunda devam etmeye karar verdi. Özgüvenli halini üzerine bir palto giyer gibi giydi. İlerlemeye devam ederken kasabada bir telaş sezdi. Gizli bir telaştı. Sadece belirli kibritlerin bildiği bir şeyler olmuştu sanki. Gerçekten de farklı bir gün olacağa benziyordu.

      Elbette kasaba, daha önceki zamanlarda farklı telaşlara maruz kalmıştı ama Tombit ve yaşıtları o günlere şahit olamamışlardı. Sadece hikayelerden ve büyüklerinin anlattıklarından bilgi sahibi olabilen genç kibritler, muhtemelen bu telaşlı gün için heyecan duyacaklardı. Ancak bir sorun vardı: acaba herkes bu sessiz karmaşayı ve gariplikleri fark edecek miydi? Ya da fark edip üzerine düşünmeye zaman harcayacaklar mıydı?

      Sanırım ‘her zaman olduğu gibi’ hiç bir şey olmamış gibi yapacaklardı. Ve yahut her zaman olmadığı gibi olan bu günü, diğer zamanlarla aynı kefeye koyup fikir yürütmenin kendilerine zor gelmesinden dolayı kafalarını başka yöne çevireceklerdi.

       Tüm bunları düşünürken ‘acaba ben de okul yoluna devam ederken kafamı farklı bir yöne mi çevirmiş oldum?’ diye aklından geçirdi Tombit.

      Ama hayır! Nereye çevirirse çevirsin bir farklılık olduğunu görebilen bir çift gözü ve kullanmamaktan çok korktuğu bir aklı vardı. Zorunlu olduğu için gittiği mekanda bir şekilde burada neler döndüğünü araştıracaktı. Aynı zamanda o mekana giderken de araştırma yapmaya engel bir durum bulamıyordu. Babası veya kardeşi yanında olmuş olsaydı muhtemelen dikkati dağılacaktı ve patikalardaki farklılıkları gözlemlemeye fırsatı olmayacaktı. İstese bile babası ona kızacaktı ve yoluna odaklanmasını salık verecekti. Veya kardeşi mızmızlanarak başının etini yiyecekti. Şans o ki yalnızdı ve Tombit bilmese de kasabadaki bu değişiklikler onun kaderiyle bağlantılıydı. Ama hiçbir zaman bir yola girmeden nereye çıkacağını net kestiremezdiniz.

       Yolda giderken etrafa pür dikkat kesilerek yürümeye devam etti. Sanki bazı uzak patikadaki evler ve orman kıyısındaki yerleşkeler ortadan kaybolmuştu. Daha evvelinde gitmediği ama orada olması gerektiğini bildiği bazı sokaklar şimdi ortada yoktu. Bu yolu kullanmayalı çok zaman geçtiğini de hatırlamıyordu. Çünkü bu yer değiştirmelerin uzun zaman alması gerekirdi. Oysa haftalık tatil alt tarafı iki gündü.

      Ve Tombit, bu geçen haftasonunu tam olarak hatırlayamadığı için huzursuzdu. Bir karın ağrısı içine saplandı. Başında hafif bir sıkıntı peydahlandı. Gün içinde muhtemelen hatırlayacaktı. Kimseye de söyleyip anlatamazdı. Ne söyleyecekti? Hafızasındaki anıların, yaz ayında dev canavarların çocuklarının ellerinde tuttuğu gevrek koni biçimindeki kıtır şeylerin içindeki renkli, soğuk ve hemen eriyen topların yere düşüşü gibi pat diye düştüğünü nasıl anlatabilirdi ki…

     Bir dakika ya! Canavar mı? Dev Canavarlar? Aklına bir şimşek çakarcasına ormanlık alanda bir oraya bir buraya odun taşıyan devlerin görüntüsü geldi. Anlamlandırmaya vakti olmadan arkadan nazik bir ses onu düşüncelerinden uyandırdı :

      “Tombiiiit. Beklesene beni de.”

                                                     >>> DEVAM EDECEK >>>

Devamını Oku ...

6 Temmuz 2020 Pazartesi

TOMBİT VE MACERALARI - PARÇA 4




GÜÇLÜLER ÖZÜR DİLER…

        “Lütfen böyle yapma canım, bu huyundan da vazgeç. Karakıymık ailesi olarak hepimiz gayet yerli yerindeyiz. Numaracı olmaya da alıştırmayalım küçük kızımızı.” diye ikazda bulundu anneleri.
         “Tamam tamam, bişey demedim ve yapmadım. Ye tabağını bakalım Çıtır.” dedi babaları. “Bugün hangi konuları işleyecekseniz bakalım okulda çocuklar?” diye de lafı değiştirerek havayı yumuşatıp gönül almaya çalıştı.
         “Biz, Meşe topluluğu ve tarihteki önemli Meşeleri görücez babacığım” dedi Çıtır. Bir yandan da bilmiş tavırlarla yemeğini yiyordu.
         “M..Me..Meşeler mi?” dedi şaşkın bir şekilde Tombit. Hatırlaması gereken bir şeyler gelmiş gibiydi aklına. Sanki bir yerlerde kapının arkasında kilitli bir şekilde duran bir şeyler vardı. Zihnindeki kapıların ardında onu bekleyen bir korku…
          “Evet, Meşeler…Ne oldu ki? 4 sezon önce gördüğünüz konudur heralde abi. Sakın önemli bir şey varsa anlatma. Heyecanı kaçıyor sonra. Dersi dinleyesim gelmiyor.”
         “Çıtır! Laflara bak hele. Derslere, kendini önceden hazırlayarak girmen her zaman daha iyi. Başarının anahtarıdır ön hazırlık kızım.” dedi anneleri.
          “Bişey olmadı. Sadece özlemişim. Çok güzel ve basit zamanlardı o konuları gördüğümüz zamanlar.” dedi Tombit. Dalgın dalgın da yemeğine devam etti.
          “Bizim çevrede de çoktur Meşe kabilesi üyeleri. Güzelce dinle ve öğren tamam mı yavrum. Etrafını tanımana yardımcı olur hem.” dedi anneleri Çıtır’a sevecen bir şekilde.
         “Siz bir konu işleyecek misiniz yoksa gene uyuşukluğunuzdan cevap vermeyecek misin Tombit efendi?” dedi babası hafif gülümseyerek. Çıtır da fırsatı değerlendirip abisine dil çıkarıp sırıttı.
         Tombit kıpkırmızı olmuştu. Sinirleniyordu artık. Babasına veya kardeşine değildi kızgınlığı. Kendisine kızgındı. Saygısızlık etmeden öğüt vermek istiyordu artık. Bugün uyandığı vakit, annesinin kardeşine verdiği öğütler aklına geldi. Tabi okuduğu birkaç kitaptan da nasihatler hatırlıyordu.
        “Biz bugün kibritlerin kırılmasını ve nasıl düzeltileceğini işleyeceğiz.” dedi vurgulu bir şekilde Tombit.
        Biraz sessizlik oldu. Annesi kızgın bir şekilde babasına bakıyordu. Babası da duraksadı ve “Nasıl yani? Size şiddeti ve ölümü mü anlatıyorlar okulda? Ne zamandan beri müfredatta sizin sezonlarda işleniyor bu konular?” diye devam etti Tombit’e odaklanarak.
       “Hayır baba. Bu kırılma mecaziydi. ‘Kalp kırmak ve onarmanın yolları’ konumuz. Tabi bir de iş işten geçmiş olan kırılmalar oluyormuş. Hepsini detaylıca görücez bugün okulda. Neyse ki ben kardeşim gibi hazırlıksız gitmiş olmayacağım dersime. Hatta en tecrübeli kibrit ben olabilirim bu konuda diye düşünüyorum.”
        Sofrada çıt çıkmıyordu. Babasının da ağzı açık kalmıştı. Anneleri kafasını hafifçe yukarı aşağı sallayıp gözleriyle sinirini belli ediyordu babalarına.
        “Şeyy..Yani tabi güzelmiş mecaz falan da hem.” Babası bocalıyordu. Belli ki dalga geçmeye fazlaca alışmıştı. Karşılık verilmesine de hiç alışmamıştı. Durumu toparlamaya yeltendi. “Sanırım her şeyin tami…”
         Tombit babasının sözünü keserek devam etti; “Bazen saygıdan konuşmaz kibritler. Özellikle akıllı ve içinde sevgiyle yaşayanlar. Diğerlerine ve kişiliklerine saygı duyanlar…Kırmamaya çalıştıkça aptal görünürler. Aptal göründükçe de kırılırlar. Tamiri bir özür dilemektir belki ama hiçbir zaman onu göremez, bulamazlar. Bugün annemin de dediği gibi. Özür dilemek erdemdir ve en güçlüler dilemeyi bilenlerdir. “
       “Oğlum ben…beni bilirsin, kırmak değildi niyetim. Hem nerden çıktı bu şimdi. Şurda güzelce yemek yiyoruz her zamanki gibi.”
       “Evet baba, her zamanki gibi... Ne güzel dedin. Ama gururundan hala bir özür dileyemiyorsun.” diye konuştu Tombit. Çehresi çok ciddi duruyordu. Babasını çok şaşırttığı belliydi. Hatta o şımarık küçük kardeşi bile sus pus olmuş ona şaşkın şaşkın bakıyordu.
       “Ben doydum. Okula geç kalmadan gideyim. Sonra görüşürüz.” dedi ve sofradan kalktı Tombit. Çantasını aldı, sırtına astı. Kapıdan çıkmadan önce bir anlık duraksadı. Annesinin, babasına sessizce ikazlarda bulunduğunu hissedebiliyordu. Belki özür diler de gidip ağlayarak sarılırım diye bekledi. Ama babası sustu. Özür dileyemedi. Güçlü olduğunu gösteremedi. Ya da belki kendisini değerli görmüyordu. ‘Bu kadar mı zor ya?’ diye düşündü içinden. Gözünden yaş gelir gibi oldu.
      Ama hayır. Ağlayarak bu çıkışını mahvedemezdi. Saygıyı kazanmalıydı. Elde etmeliydi. Karakıymık sülalesi bundan anlıyordu. Eski sakin tavrını göstermemeliydi. En iyisinin böyle olacağını düşündü ve önceden olduğu gibi herkesi öperek, selamlaşarak çıkmayacaktı mutfaktan.    
       Öyle de yaptı. Hiç bir şey demeden evden çıktı gitti. Geri dönüp usulca arkasına baktı. Annesi cama çıkmıştı. Dayanamamıştı oğlunun bu tavrı göstermesine. Ya da göstermek zorunda kalmasına. E tabi, alışık değillerdi. Babasının o klasik ‘her zamanki gibi’ olan günlerinden olacaktı ya hani. Üzüldüğü tek kişi annesiydi. Çünkü bir tek o iyi davranıyormuş gibi geliyordu ona. Ya da onun kıymetini biliyormuş gibi…
         İçi en azından rahat etsin diye hafifçe el salladı annesine.  Gene sıcacık bir gülümseme karşılığı aldı. Taş kalpli kişilerin taş evi olmamalıydı yuvaları. Küçük taştan yapılma istifli evleri, annesi içindeyken güzeldi. Çiçek gibiydi o. ‘Canım annem’ diye iç çekti.
         Ama biraz da olsa ders vermeliydi babasına ve kardeşine. Eski sıcaklığını ve samimi davranışlarını aramalı, özlemeliydiler. Aklına gelen cezalandırma ancak buydu. Özür dilemek zor olmamalıydı bu kadar. Kibritler, sevdiğine özür dilerdi ona göre. Ya da özür dilemek zorunda kalmamalıydılar sürekli. Kalıyorlarsa da gurur yapıp üzmeye, kırmaya devam etmemeliydiler.
   Çakıl taşlı bahçe duvarını aştı. Kararlı adımlarla yola devam etti. İçi bir garipti. Ona göre büyük bir adım atmıştı. Kendisi de şaşırmıştı yaptığı bu küçük hamleye. Ama onlar da şaşırmıştı. İşe yarayabilirdi bu düşünceleri. Umutlandı. Durumu bayağı bir garipsedi ama umutlandı.
      Gülümseyerek,  “Değişik bir gün olacağa benziyor.” dedi kendi kendine.

                                                                   >>> DEVAM EDECEK >>>
Devamını Oku ...

26 Haziran 2020 Cuma

TOMBİT VE MACERALARI - PARÇA 3



KARAKIYMIK AİLESİ

      “Tombiiit! Uyan! Tombit kalkmalısın, çok geç oldu. Hadi okula geç kalacaksın yavrum. “
      Tombit, korkuyla ve afallamış bakışlarla açtı gözünü bir anda.
      “N..Ne..Neler oluyor? Nerdeyim ben?” diye söylendi. Bir yandan gözlerini ovuşturuyor, bir yandan da etrafına ve kendisini uyandıran sese bakıyordu.
    “Biz uzaydan gelen devlerin elçileriyiiiizzz...Seni yakmaya geldiiiikkk...bööö..” diye alaya aldı başka bir ses. Bir de üstüne keyiflice kıkırdıyordu.
     “İyice kafayı yedi bizim hayalperest uyuşuk he. Hadi bakalım, kahvaltıya gelin artık, işe gideceğim ben de yahu!” dedi odanın dışından bir ses.
     “Tamam babacığım. Geliyoruz hemen. Annem, salak abimi uyandırmaya çalışıyor işte.” dedi tiz ses.
     “ŞŞşşt. O nasıl bir laf bakıyım. Hemen özür dile abinden, çabuk! “ dedi anneleri kızmış bir şekilde.
     Tombit ise şöyle bir yatağında doğruldu. Terlemişti. Kendisini çok yorgun hissediyordu. Etrafına göz gezdirmeye devam etti. Kendine yavaş yavaş gelmeye başladı. Başı çok ağrıyordu. Ne olmuştu tam hatırlamıyordu.
         Annesi odada bir o yana bir bu yana dolanıp duruyor, dağınık eşyaları toparlamaya çalışıyordu. Peçeteden yapılma perdelerini açtı ve odaya sıcak bir bahar güneşi ışığının girmesini sağladı.
        Kız kardeşi de yan taraftaki masasında kendi kitaplarını ve okul malzemelerini hazırlıyordu. Aynadan da sırıtarak, abisine ağzını büzerek, “Ah, doğruları söylediğim için çok çok özür dilerim, saygıdeğer bilim kibriti Tombit efendim.” dedi.
       “Özrünü kabul etmiyorum süslü laçka!” diye karşılık verdi Tombit.
       “ Abinden doğru dürüst özür diler misin, Çıtır.” diye ikazda bulundu anneleri.
      “Aman tamam ya...Özür dilerim.” dedi Çıtır gönülsüzce. “Neden hep ben özür diliyorum?” diye de ekledi.
      Anneleri, Çıtır’ ın yanına geldi elini omzuna koyarak şefkatle gülümsedi ve eğildi. “Benim güzel yavrum. Siz her daim birbirinize sımsıkı bağlı olan sarmaşıklar gibi olmalısınız. Sen ona, o da sana ihtiyaç duyarsınız. Gün geçtikçe de sevginizi ve bağınızı keşfedeceksiniz. O senin tek ve biricik abin. Siz aynı parçadan dünyaya geldiniz. Bir gün beni daha iyi anlarsın. Ve asla unutma ki özür dilemek bir erdemdir. Sadece en güçlüler özür dileyecek kadar gururunu yenmeyi başarır.”
       “Sanırım haklısın anneciğim..Her şeye rağmen özür dilemeliyim. Senden de özür dilerim...” dedi küçük kibrit.
      “Teşekkür ederim anne” dedi Tombit de araya girerek. Aniden annesine de sarıldı. Gülümsüyordu ve mutlu hissediyordu. Annesi ne zaman konuşsa içi gül bahçesinin kokusuyla dolar taşardı sanki.
      “Hadisenize yahu, talaşları karıncalar kaçırmadan gelin şu kahvaltıya.” bağırtısıyla birbirlerine bakışıp kıkırdadılar.
       “Hadi bakalım babanız daha fazla huysuzlanmadan gidelim mutfağa.” dedi anneleri.
      Çıtır, üstünü başını toparlayıp, kıyafetlerini giyinip çantasını da yanına alarak mutfağa koştu.
     Tombit ise biraz halsiz ve keyifsizdi her şeye rağmen. Annesi, okul üniformalarını yatağının yanına hazırlayıp kapıya yöneldi. Tam çıkacakken, “İyisin değil mi yavrum?” diye sordu.
      “Evet, iyiyim anne. Sadece biraz halsizim. Kötü bir rüya gördüm sanırım. Tam hatırlayamıyorum ama korkmuştum galiba.”
      “Oyy benim küçük kibritim. Kötü bir rüyanın en güzel çaresi, yüzünü güzelce yıkayıp şöyle ailecek bir kahvaltı yapmaktır. Hadi bakalım gel sen de hemen.”
      Annesine gülümseyerek, “Tamam anne, hemen hazırlanıp geliyorum.” dedi Tombit keyifsizliğinin devam etmediğini göstermeye çabalayarak.
       Lavaboya gitti. Yapraktan yapılma bir evyenin içindeki su damlası ile yüzünü gözünü güzelce yıkadı. Aynaya bakarak rüyasını tam olarak hatırlamaya çalıştı. Bir türlü aklına düşmüyordu. Korktuğunu, kızdığını, çaresiz hissettiğini hatırlıyordu. Bilinçaltında yatan korkular mı ziyarete gelmişti? Hoş ya, daha evvel neyden çok korktuğunu hiç düşünmemişti. Aynadan kendi gözlerine uzun uzun baktı. “Ne kadar da zayıf bir hafızam var böyle...Keşke vücudumla orantılı bir aklım olsaymış, off…Neyden korktuğumu bile hatırlayamıyorum.” diye içinden geçirdi. Derken yalnızlığını babasının dalga geçerek seslenmesi bozdu.
        “Nerde kaldın be uyuşuk çocuk? “
        “Geliyorum babaaaa.”
          Kendisine sürekli böyle hitap ederdi babası. Hiç hoşuna gitmiyordu bu durum. Kardeşine karşı kendisini kötü gösterip ezik gibi hissetmesine neden oluyordu babasının böyle lafları. Saygısından dolayı karşılık da veremezdi ve bir şey söyleyemezdi babasına. Ama sinirleri bozulurdu. Keşke derdimi anlatacak kadar özgüvenli olabilsem diye de çok düşünürdü. Ama çoğu zaman da kafasına takmadan yoluna devam etmeyi yeğlerdi. Sofraya da pek gidesi yoktu. Muhtemelen babası, bu lafların devamını getirecekti. Her zaman olduğu gibi…Ama aile olarak kalmak ve mutlu olmak istiyordu Tombit. Katlanabildiğim kadar katlanmalıyım diye düşünüyordu. Çünkü annesinin hatrına her şeyi yapardı. Onu, arkadaşları dışında bir tek annesi anlıyormuş gibi gözüküyordu.
        Gene aldırmadan, sakince koridordan yürüyerek mutfağa yöneldi. Mis gibi kokular geliyordu mutfaktan. “İşte bu yaaa…” diyerek içine çekti kızartma kokusunu.
        “Gel bakalım yakışıklı Tombit’m. Sen seversin diye sana talaş kızartma yaptım bak.” dedi annesi. Hazırladığı kahvaltı tabağını masaya koydu ve Tombit’in başını okşayıp öptü.
        “Çok teşekkür ederim anne, ellerine sağlık. Kokusu beni benden aldı yahu.” dedi Tombit minnettar bakışlarla.
         “Afiyet olsun oğluşum, ye güzelce bakalım.”dedi annesi. Gülümsemesi birden hafif bir kızgınlığa dönüştü. “Pşşt! Çıtır! Babanın tabağına satma yemen gerekenleri bakiyim. O tabak bitecek, bitmeden kalkmak yok sofradan.”
         “Hemen de nerden gördün be hanım?” dedi gülümseyerek babaları. “Kızımız uyanık baksana. Tabağını abisinden önce bitirecek. En azından uyuşuk davranmıyor. Ayakta uyumayacaksın işte böyle, aferim kızım benim. Karakıymık ailesine yaraşır şekilde akıllı ve güçlü olacaksın.”
         Tombit, derin bir nefes çekip bakışlarını tabağından ayırmamayı tercih etti ve sustu. Her zaman olduğu gibi…
                                                                                        
                                                                                        >>> DEVAM EDECEK >>>

Devamını Oku ...

16 Haziran 2020 Salı

TOMBİT VE MACERALARI - PARÇA 2






     Yo hayır, hiç sorun değil, lafı bile olmaz. Selamınızı söylerim tabi ki Koca Çınar.”, dedi Tombit.
     Tok ve huzurlu bir ses ile, “Çok teşekkür ederim delikanlı.”
diye memnuniyetini belli etti Koca Çınar. Dallarını sallayarak dökülmesi gereken yapraklarının bir kısmını döktü ve göz kırptı Tombit’e. “Meşe Hanım ile gençlik yıllarımda bir çiftlikte yetişmiş idik. Çok zarif ve kibar bir fidan idi o vakitler. Anlatmış mıydım nasıl tanıştığımızı evlat?” diye devam etti iç çekerek.
      Tombit ise ne diyeceğini bilemeden bir güneşe, bir gölgesine, bir de patika ile yol ayrımına göz attı huzursuzca. Koca Çınarı dinlemek de istiyordu elbet ama bir yandan da ailesini de telaşlandırmak istemiyordu. Sonuçta ailesi onu bekliyor olmalıydı. Koca Çınarı da kıramıyordu ve bir şey söylemeye utanıyordu. Ona karşı saygısızlık etmek istemezdi. İçi hiç rahat etmezdi öyle yaparsa, biliyordu.
       İç dünyasında çekişme yaşadığını sanki fark etmişçesine araya girdi yanlarındaki genç bir meşe;
      “Yeter ihtiyar, rahat bırak genç kibritimizi. Daha fazla geç kalmasını istemeyiz değil mi?”
      “Ah, özürlerimi kabul etmeni dilerim delikanlı, tabi ki geç kalmanı istemem. Bir dahaki gelişinde, o güzel Meşe Hanımla nasıl tanıştığımızı ve neler yaşadığımızı anlatmamı istersen ben hep buradayım.” diye devam etti Koca Çınar.
    “Tabi, çok isterim Koca Çınar.” diyerek gülümsedi Tombit.
     “E o zaman yolcu yolunda gerek. Hadi dikkatli olasın, yolunda kalasın.” dedi Koca Çınar.
     “Acele etme ama hızlı git delikanlı.” diyerek kıkırdadı diğerleri.
     “Görüşmek üzere, hoşçakalın.” dedi Tombit ve yoluna koyuldu.
     Arada bir ‘Keşke diğer kestirme yoldan gitseydim. Ne olurdu sanki bir kere denesem o yolu’ diye düşündü kendi kendine.
     Tamam, kabul, herkes o yolu kullanmaması gerektiğini söyleyip duruyordu ama en kötü ne olabilirdi? Ne kadar zor ve tehlikeli olabilirdi ki bir yol? Denemeden nerden bilebilirdi yolun kendisine zor gelip gelmeyeceğini. Ama vardır bir bildiği elbet o büyük ihtiyar ağaçların da. Sonuçta nice yolcuların ormandan geçişine şahit olmuşlar ve sayısını bilemediği kadar fazla olaylar işitmişlerdi yolculardan.
    Derken patikanın genişleyen kısmından sağa doğru yükselen bir tepeciğe çıktı. Yolun bu kısmını çok iyi biliyordu ve patikayı takip etmektense Meşe Hanım’a doğru yürümek ve yanından geçmek her zaman daha kestirmeydi.
     Sonuçta birkaç genç meşe ağacı ve Meşe Hanım’ın bulunduğu alandan inince aynı yola bağlanabiliyordu. Sadece şu ufak tepeyi aşma zahmetine katlanması yeterliydi.
        Anne ve babası merak etmiş olmalıydı. Artık onlara ne diyeceğini de düşünmeye sonra başlayacaktı. Hem nasıl olsa geç kalmıştı. Meşe Hanım ile az bir sohbetin ne sakıncası olabilirdi ki?  
        Derken tepeyi aştı ve düzlüğe ulaştı. Gördükleri karşısında şoka uğradı. Az daha kafasındaki o kırmızılık alev alacaktı. Sinir, üzüntü ve keder bir anda beynine hücum etti. Bütün neşesi gitmişti. Onun yerine gök gürültülü bir fırtınaya benzeyen ve hiç  dinmeyecekmiş gibi duran stresli bir çaresizlik çöktü.
       Düzlük alanda hiç ağaç kalmamıştı. Çiftlik yakınına kadar uzanan yüzlerce ağaç ve o kibar Meşe Hanım katledilmişti. Yerlerinde sadece bir parça kökleri ve uzantıları kalmıştı. Kimi ağacın ise kökleri tamamen topraktan çıkarılmış vaziyette toprağın üzerinde öylece durmaktaydı.
       Bazı ağaçların gövdeleri üst üste istiflenmiş ve dev canavarların yapımı olan araçlara konulmuştu. Bazılarının dalları ve yaprakları ise gene canavarlar tarafından henüz yeni kesilmekteydi. Etrafta bir tarafta keşmekeş yaşanırken, bir tarafta kütük ve toprak üstünde kısacık parçaları kalan ağaçların, o güzel beyefendi ve hanımefendilerin parçaları sessizce durmaktaydı.
        Adeta bir mezarlık gibiydi. Yuvarlak, kısa, toprak üstünde duran yüzlerce mezarlık taşı..
       “Olamaaaaz…Meşe Hanım ve arkadaşları…hepsi gitmiş, hiç birini sağ bırakmamışlar! CANAVARLAAAR! “ diye bağırdı Tombit gözleri yaşla dolarak.
        Tüm bunlar ne içindi? İlk defa görmüştü böyle bir olayı. Şimdi ne olacaktı? Neden tüm kabileyi yok etmişlerdi. Meşe Hanım kime ne zarar verebilirdi ki?
       Ne yapacağını bilemez halde bir süre etrafına bakındı Tombit. Bir an önce ailesinin yanına gitmeli ve onları uyarmalıydı. Meşe Kabilesi kendi kabilesine çok yakındı. Ya bu canavarlar onların da köyünü yerle bir ederse? Keresteciler Kabilesine, yani kendi yaşadığı yurduna bir an önce dönmeliydi.
       Canavarlardan korka korka, onlara gözükmeden yolunu biraz uzatarak düzlüğün etrafından dolandı ve yoluna koyuldu. Kalbi güm güm atıyordu. Kafasında türlü sorular dolanıyordu. Zihni karmakarışıktı. Öfke, sinir ile birlikte gelip üzüntü ve gam ile beyninden dışarı taşıyordu.
      Patikaya tekrar ulaştığında o dehşetli sahneyi arkasında bıraktı. Ormanın içinden patika üzerinde koşmaya devam etti. Hala gözleri yaşla doluydu. Bir yandan ağlıyor, bir yandan terliyordu. Ama durmuyordu. Koşuyordu. Her şeyi anlatmalıydı.
      Ormanlık  alanda, daha önce onunla sohbeti olan tüm ağaçlar, şaşkınlık içinde ona bakıyorlardı. Hiç selam vermeden geçmezdi buralardan Tombit.
       Gözlerinde biriken yaşlardan dolayı etrafını bulanık şekilde görse de köyün ilk yerleşim mekanlarını seçebildi Tombit. Etrafta ormanlık alan diplerinde talaşlar ve kereste artıkları vardı. İçlerinden yüzercesine geçerek ailesinin talaş bahçesine ulaştı.
       “Anneeee! “ diye seslendi Tombit, bahçeye girer girmez.
       Küçük bir taş oyuğu olan evlerinin kapısı kitliydi. Kapıya tokmak misali sert şekilde vurdu. İçerden ses gelmedi. Evde kimse yoktu. Daha da huzursuz oldu.
       “Nerdesiniz yaa? “ diyerek kapının önüne oturdu. Hıçkırıktan ne dediği de anlaşılmazdı gerçi. Ne yapacağını bilemez halde ağladı durdu.
      

                                                                                                             >>> DEVAM EDECEK >>>

Devamını Oku ...

31 Mayıs 2020 Pazar

TOMBİT VE MACERALARI - PARÇA 1



TOMBUL KİBRİT VE MACERALARI
  - TOMBİT EFSANESİ -

       “Derler ki kağıda dokunan kalem, kibritten daha çok yangın çıkarır. Aaah dostlarım... Onu bir de bana sorun. İkisi de aynı yangını nasıl başlatabilir, ben bu odada gördüm bunu. Tam da bulunduğum yerden şahit oldum her şeye.
        Ufacık şeyler diyerek göz ardı ettiğiniz ne varsa dönüp ona özür dileyin.”
         Bunun üzerine masanın üzerindeki genç Mum yanında duran kibritlere bir farklı bakarak pişmanlığını belli etti. Tavandaki avize üzerinde yanan tam 33 kişiden oluşan Kandil Ailesi birbirlerine titrek ve gözü dolmuş bakışlar attı. Gaz lambası ve meşale birbirlerine sarılarak bu duygulu atmosferden birer nefes çektiler içlerine ve parıltıları bir parça daha yükseldi.         
        “Sonrasında fırsatınız olmayabilir.” diye devam etti konuşmasına tok ve huzurlu ses.
        “Hadi yaklaşın bakalım şöyle yakınıma, çok gürültü çıkarttırmayın bana. Uyuyan insanları da uyandırmayalım durduk yere.” der demez genç kibritler neşeyle masanın üzerinden aşağıya doğru atladılar. Muhtemelen kutularında canları sıkılan daha küçük olanları da vücutlarını gerdirerek rahatladıklarını yüzlerine yansıttılar. İçlerinden bir kaçı da “Oleeeyyy, Hikaye Zamanı!” diye sevinçlerini belli ettiler.       Kandil Ailesi pür dikkat sese yöneldiler. Eski ama gayet hoş bir stili olan ahşap kapının yanında asılı duran yeni moda kandilli El Feneri bile yan yan da olsa dikkat kesildi bu ortama. Kollarını göğsünde kavuşturmuş bir şekilde çaktırmadan dinliyordu.
       Odada uyuyan kedi hiçbirini rahatsız etmeden arada bir sakin mırıltılar çıkararak uykusuna devam etti.  Kibritler de onun kabarık gri tüylerine yaslanarak hikayenin devamını dinlemek için sesin karşısına dizildiler.
       “Meşe beyler de müsaade buyururlarsa sizlere o genç kibritin hikayesini anlatmaktan mutluluk duyarım.“ diye söze tekrar girdi ses, tok ve devamlı çıtırtılarıyla.
        “Elbette Ulu Şömine, ne demek, biz sizi dinlemekten her daim şeref duyarız.” dedi gür sesli Meşe Bey. Yanındaki meşeler de onunla aynı fikirde olduklarını belli edercesine birbirleriyle gururlu gururlu bakıştılar.
         Odanın pencerelerine vuran yağmur ve rüzgar sesi ile birlikte Ulu Şömine adeta daha bir göğsü kabarırcasına kendini doğrulttu. Ateşini bir parça artırdı. Gözlerini kısarak ve gülümseyerek, babacan bir tavırla etrafını süzdü. Derin bir nefes çekti ve hoş çıtırtılar ile beraber başladı hikayesine.
       “Ah küçüklerim, dostlarım…O zorlu kışı hiç unutamıyorum. Meşe Beyler hatırlar, ruhumuz nasıl da darlanmıştı. Çaresiz kaldığımız ve işe yarayamadığımız başka bir zaman hatırlamıyorum. Yaz uykusunda dahi arada bir içimiz sıkıntı ile dolardı elbet ama, o kötü kışın korkusu başkaydı.”
       Derin bir iç çekti Meşe Bey ve yanındaki meşe odunları.
       “Ama işte hayat bu ya, bazen en umutsuz anlarında bir şey yaşarsın ve tüm bildiğin güzel düşünceleri tekrar hatırlarsın. Sanki tekrar hayat bulursun.
       İşte bu anlattığım durumumuzu değiştiren ve güzelleştiren bir genç ile tanışmak da nasip oldu bana. Hala gözümün önünde duruyor gibi.”  Karşısındaki genç kibritlerin üzerinde şefkatle bakışlarını gezdirdi.
        “İsmi neydi o gencin Ulu Meşe?” diye sordu heyecanla tiz bir ses.
      İçlerinden en genç olan kibrite yönelip sorusunu yanıtladı Ulu Meşe:
       “Onun ismi Tombit idi. Genç, tombul mu tombul, sevimli ama bir o kadar da güçlü bir kibrit idi o. Bize gelene kadar hiç kendisini duymadım da görmedim de. Hoş ya, kimse tanımazdı. Kendi kabilesi dışında tanıyan olmazdı.
        Yaşadığı yerden evimize gelene kadar başına gelen olayları ondan dinledikten sonra ne kadar ünlü olacağını ve çok değerli bir kişiliği olduğunu anlamıştım. Keşke daha fazla vakit geçirebilseydim onunla.” diye devam etti hikayesine…
MEŞE KABİLESİ
              Bir öğle vakti…
       Hava hafif bulutluydu ama sakince ılık ılık rüzgar esiyordu. Ama bizim gencin kulaklarına bu esinti, fısıltıyla söylenmiş birer şarkı gibi gelirdi. Akranlarının aksine o, duyabilirdi bu güzel şarkıları. Sırf bu şarkıları dinlemek için de ağaçların arasından geçerek ulaştığı göl manzaralı tepeye gelir, saatlerce burada tek başına otururdu.
       Burada kimse rahatsız edemezdi onu. Kimse tombulluğu ile dalga da geçemezdi. Hatta buraya gelene kadar menzilindeki tüm ağaçlarla sohbet ede ede geçerdi ormandan. Her biri çok kibar ve düşüncelilerdi ona karşı.
       Ama okuldakiler ve komşusunun çocuğu öyle miydi? Ne kadar sinir bozucu ve ahmaklardı. Daha sohbet etmeyi bile bilmiyorlardı. Çünkü düşünemiyorlardı ona göre. Anca dalga geçip, eğlenerek vakit geçirmeyi biliyorlardı.
       Neyse…Bir iç çekti huzurluca. En azından burada iken kötü şeyleri düşünmesine gerek yoktu. Her yer cıvıl cıvıl kuş sesleriyle doluydu. Her ne kadar kuşlardan korksa da seviyordu onların seslerini. Onlar da şarkılar söyleyip, birbirleriyle sohbet ederdi. Ne kadar anlamlı gelirdi ona tüm o şarkılar. Okul arkadaşlarının aksine o dinleyerek anlardı kuşların cıvıltıları içindeki hikayelerini.
          Bazen de güneşin ona resmen gülümseyerek göz kırptığını sanırdı. Yemin edebilirdi buna. Ama kim anlardı ki onu burada. Bir de deli yaftasıyla mı uğraşayım diye düşündü kendince.  
         Tepeden baktığında hem dağları, hem gölü görebiliyordu. Derken yerdeki gölgesine bakarak vaktin biraz fazla geçtiğini fark etti. Buraya gelip düşüncelere daldığında genelde başına bu gelirdi.
      “Hay aksi!.” diyerek kızdı kendine. Oturduğu yerden hızla kalkarak geldiği yönde koşturmaya başladı. Ormanlığın içine daldı. Kestirme yolu kullanıp kullanmamak arasında kaldı. Yol ayrımında bir süre durdu. Tam o esnada Çınar Bey seslendi.
       “Yakışıklı Tombit, yapma! Sen her zaman kullandığın yolu kullan. Kestirmede sıkıntı yaşarsın.”
        “Ama çok geç kalırım patikadan gidersem. “ diye söylendi Tombit. “Bu arada iltifat için teşekkür ederim Çınar Bey. “
        “Aaa ne iltifatı gerçekler bunlar kibar genç. Sen patikayı kullan, bizi dinle. Yol üzerindeki Meşe Hanıma da selamımı söylersen beni çok mutlu edersin.” dedi diğer yanındaki Koca Çınar.  İsteğini iletirken de bir yandan utandığı gözlerinden belli oluyordu.
          “Ne meşe imiş yahu, her fırsatta bunu yapacaksın yani eh be ihtiyar.” diye çıkıştı Çınar Bey.
                                                                                                                  >>> DEVAM EDECEK >>>

Devamını Oku ...